18 Mart 1915 tarihli deniz muharebesi, Osmanlı Devleti'nin I. Dünya Savaşı'nda kazandığı zaferlerden biri olarak tarihe geçmiştir. Sadece birkaç İngiliz ve Fransız savaş gemisinin batırılmasından ibaret olmayan bu zafer, I. Dünya Savaşı'nın dolayısıyla dünya tarihinin seyrini değiştirmiştir. Batı'nın teknik üstünlüğünün, adına "Çanakkale Ruhu" denen inançla gerilmiş Mehmetçik karşısında anlamını yitirdiği bu mücadele kısa bir süre sonra "Ya istiklal ya ölüm!" parolasıyla 19 Mayıs 1919'da Samsun'da ateşi yakılan Kurtuluş Savaşı'na da ilham olacaktır. Osmanlı'nın son büyük zaferinin safhalarının ayrıntılı bir şekilde anlatıldığı bu kitabın sayfalarında, Çanakkale Boğazı'nın Anadolu ve Rumeli sahillerine gidecek, dik yamaçlarındaki tabyalardan yükselen top seslerini işitecek, mağrur ve mütekebbir bir şekilde gelen İngiliz ve Fransız amirallerin komutasındaki Birleşik Donanma'nın geride üç büyük zırhlısını bırakıp Boğaz'dan mağluben ayrılışlarına tanıklık edeceksiniz.
İstanbul’da doğdu. İlk ve orta eğitimini bitirdikten sonra denizciliğe heves ederek Heybeliada’da bulunan Bahriye Mektebi’ne girdi. 1910’da buradan mülâzım rütbesiyle mezun olunca Âsâr-ı Tevfîk zırhlısında staj gördü. Savaş yıllarında çeşitli gemilerde çalıştı. Turgut Reis zırhlısında Trablusgarp, Fuad gemisinde Balkan, 1918-1928 yıllarında Yavuz ve Ertuğrul gemileriyle Hamidiye zırhlısında I. Dünya Savaşı’na ve Millî Mücadele’ye katıldı. Bu arada tarihe olan ilgisi dolayısıyla Bahriye Mektebi’nde tarih öğretmeni olduysa da çok geçmeden tekrar donanma hizmetine alındı. Ancak dönemin Genelkurmay başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’ın yakın ilgisiyle 1928’de Genelkurmay Harp Tarihi Encümeni Deniz Şubesi müdür vekilliğine tayin edildi. Bunun üzerine kendini denizcilik tarihiyle ilgili araştırmalara veren Fevzi Bey, Deniz Muharebeleri ve Kırım Harbi adlı ilk eserlerini Ankara’da yazdı. Birkaç yıl sonra askerî liselerin öğretmen ihtiyacını karşılamak için İstanbul Dârülfünunu’nda açılan imtihana girerek gerekli eğitimi aldı ve 1931’de binbaşı rütbesinde iken deniz subaylığından ayrılarak öğretmen sınıfına geçti, asıl ilmî çalışmalarını da bu sırada yaptı. 1938 yılında getirildiği Kasımpaşa’daki Deniz Harp Okulu tarih öğretmenliğini hastalanıncaya kadar sürdürdü. Okulun Mersin’e nakli üzerine oraya gittiyse de tatillerde İstanbul’a gelerek ilmî çalışmalarına devam etti. 1944’te fazla mesai yüzünden dimağ yorgunluğu hastalığına yakalandı ve görevinden ayrıldı. Bu hastalığına kalp rahatsızlığı da eklenince 17 Ağustos 1945 tarihinde öldü. Soyadı kanununun çıkmasından sonra Kurdoğlu (daha sonra Kurtoğlu) soyadını alan Fevzi Bey çok çalışkan, herkesle iyi geçinen, bildiklerini cömertçe paylaşmayı seven, dürüst bir kişi olarak nitelenmektedir (DİA'dan aynen alındı)